Aralık 23, 2011

Söyle





Yine de

Gülme'kte çok yakışır (kimi zaman)

Kimi zaman Aşık olmayı yakıştırmalısın (kendine)

Kendine karşılık vermelisin Yine de (gülme'...)


Gelişin çokta güzel olmasa (gittiğinde)

Gitttiğinde !

Eylül 18, 2011

ALINTILARLA
....
"Ölümü geciktirmek sonsuzluğu kısaltmaz"
diyor birisi,evet ama hayatı uzatır sanki
....
"her şeyden biraz kalır"
diyor birileri,çoğulluk haklılıktır
kavanozda biraz kahve
kutuda biraz ekmek
insanda biraz acı
insanda biraz mutluluk
....


bi güneşlenmek yeri!...Deniz.uzak anımsamalar!..
“Haziran bu yıl da geç geçecek,biliyorum.”
Sizin burnunuzda bir tütün kokusu, her yerinizde
Bir tütün kokusu,
Bay deniz kestanesi.
Ve uzaktaki şemsiyesi bir balmumu arısının...

Bir güneşlenmek yeri!...
Gazozlar hâlâ sıcak,hâlâ öğleden sonra “ne iyi”
Demek hâlâ yakınmaya hakkım var.
Kelimeler soluk. bir şey mi yapmalıyım?
-Evden mi kaçmalıyım?-
(Saçlarını taradı,güneşe baktı
Kendi sürecini yaşayan bir bakla)
“Gel al güzel deniz aygırı, yaman pegasus
sonsuz kargaşamı.”


Atları seven bir çocuk...


“Senin resmin var ya uzayıp gidiyor duvarlarımda
Marionetshire'da Harlech Castle'ın batı kulesi
Aşağılık zapartasıyla amcamın.”
Bir sülüğe can çekiştiren eski geçmiş,eski eski
Ve tuzda ölüm,
Sardunyayı sulayan,eski eski...
Bakırla demirin dövüştürüldüğü yavaş bir akşam
Öbür şeylerin ve kırmızı ışıkların
Bakırla demirin bir sarışın perçem akşamı.
-evden mi kaçmalıyım? kaçmamalıyım.-
Güneş birden batardı,her yerde kediler ve ağaçlar vardı

“Amca”
Nasıldı iki tekerlekli arabalar...
“Senin bildiğin bir şey var,bana demiyorsun
Söz gelişi aldım bir kayayı
Bir kayayı ne yapmalıyım,demiyorsun...
Oysa ben senden daha çok şey bilirim büyücüler üstüne
Evine sadece geceleri gelen ve sıcak şaraplar içen...”

Surları yıktınız mı,akşam
Sarı bir başlangıçtır,gitgide karaya dönen.
Karaya ve çocuklar bile,ve küçük yaramazlıklar bile,ve haklı
“Siz bize hiç inanmadınız ki,hiç inanmadınız ki,hiç
Oysa bir aktır karaya dönen,oysa çocuklar daha lirique'tir
Shakespeare'den.sonra,
Makedonya falanjistlerinden daha kahraman...”

Beyaz atın gölgesi,sen dur!...
Artık bir aldanışa kanmayan gözlerimden.dur!...
“Duvarlarım,
Gel al cepkenimi güzel at,duvarlarım bütün senin olsun
Duvarlarım, bütün ukalâ resimleriyle, babamın sıkıştırdığı,
Babamla annemin kavgalarından bir ufak kırmızı,
Ufak bir kırmızı, duvarda, ufak bir kırmızı
Ufak bir kırmızı...”
Yemeğe!...
-Evden mi kaçmalıyım? kaçmamalıyım.-

“Hiç anlamadığım Mondrian,serzenişçi Matisse
Bulanık Siyahkalem,hergele Miro,
Atlar gidiyor...”
Sonsuz bilincinde yaşamanın.
O atlar.
“Sonra gazeteleri görüyorum,bütün gizleri
Savaşa başlamak gerek galiba.
Yarın. yarından tezi yok.baltamı ve bıçağımı
Ve atlarımı...”

“Amcam kravatını düzeltti, babam eski bir evde.
Bir yepyeni kıştı ıslıkları değerlendiren
Ne eğlendik ne eğlendik
Elbisesi çok eskiydi...”

Ne akşamı? “baba”
Haziran gecikecek biliyorum...

“Ama başka bir şeyi de değiştiriyor,
Atları atları,
Atları....”

Turgut Uyar


bulduk
1998-2011

Temmuz 24, 2011

memnun- kaygısız

Özel bir hayatımız var.


gönderemediğim mektuplarım,gönderdiğim mektuplarımınsa kopyaları..gönderemediğim mektuplarımın,gönderdiğim mektuplardan daha özenle yazılmış ve daha özenle yerleştirilmiş olmaları...
mektup kutularının herbirinin içinde bir deniz yıldızı, 4 deniz kabuğu ve hepsinin içinde bir siyah bir de beyaz taş var;tesadüf eseri koyulmayan,ama tesadüf eseri bir manası olan.
siyah kurdele ile bağlanmış bu üç kutunun dışında,içine bir zaman sonra sadece kurdele çiçeği sığdırabileceğim boş bir kutum daha var.

şöyle ki;

-bana verilipte tutulmamış sözler ve benim başkalarını sevdiğim ve başkalarınca sevilmiş olduğum için ödemek zorunda kaldığım her türlü bedel- -:aslında ayıptır

(Özel hatıralarımız da vardı.)

afedersiniz

şöyle
;

canım,
uzandığın yerde yazıyorum,
yorgunum pek,
aynada yüzümü gördüm,âdeta yeşil.
havalar soğuk,yaz gelmeyecek.
haftada otuz liralık odun lâzım,
başa çıkılır gibi değil.
demin, sofada iş görürken
battaniyemi aldım sırtıma.
camlar, çerçeveler kırık,
kapılar kapanmıyor.
burda barınmamız imkânsız artık,
taşınmalı,
ev yıkılacak üstümüze.
kiralarsa pahalı mı pahalı
sana bunları ne diye anlatırım
üzüleceksin.
derdimi kime dökeyim
kusura bakma.

ısınsa, iyice ısınsa ortalık ama
hele geceler.
bıktım usandım üşümekten.
rüyalarımda afrika'ya gidiyorum.
cezayir'deyim bir sefer.
sıcaktı.
alnımı bir kurşun deldi.
bütün kanım aktı,
ama ölmedim.

bana bir hal geldi,
çok ihtiyarladığımı hissediyorum,
-halbuki biliyorsun
henüz kırkıma basmadım-
çok ihtiyarladığımı hissediyorum,
söylüyorum da,
söyleyince de kızıyorlar,
konferans dinliyorum herkesten.
her neyse bu bahsi kapat.

filme alınmış çehof'un 'ağustosböceği'.
paris'te de göstermişler. beğenilmiş.
o zavallı hoppa kadında mı bütün kabahat
ben doktoru hem severim,
hem affetmem eşeği.
eninde sonunda kim daha bedbaht
kim kimin yüzünden

paraguvay halk türkülerini çaldı radyo.
bunlar, dikenli bir yaprağın üzerine
aşkla, güneşle, insan teriyle yazılmış,
acı da, umutlu da.
bayıldım paraguvay türkülerine.

adviye'den mektup aldım,
beni çok göresi gelmiş,
beni hiç unutamıyormuş
şaştım da kaldım.
yıllardır, sen memleketten kaçıp gittin gideli,
ne kapımı çaldı
ne bir haber yolladı hattâ,
hattâ sokakta karşılaştık,
bir bayram sabahı,
başını çevirip geçti.
en yakın arkadaştık.
ama, arkadaşlık ağaca benzer
kurudu mu
yeşermez artık.
neye yarar?
evime bile gelse şimdi,
söyleyecek lakırdım yok.
düşmanlığım da yok elbet.
otursun güle güle,
zengin bir koca bulmuş.
hastalıklı bir şeymiş adam,
manyağın biri.
halbuki adviye ne canlı kadındır.

gidip baktım oğlumuza,
pembe, kumral, uyuyor mışıl mışıl.
yorganı açılmış. örttüm.

bir kara haber de verdi bu akşam radyo:
irene joliot curie ölmüş.
daha gençti.
yıllar var
bir kitap okudumdu
ölenin anası üstüne yazılmış.
bir yerinde iki kız çocuğundan bahseder,
-satırlar gözümün önüne geldi-
sarışın iki yunan heykeli gibi, der.
işte bu çocuklardan biri öldü.
bilmem ki nasıl anlatsam,
büyük bilgin, büyük adam,
ama şimdi lösemiden ölen
o sarışın kız çocuğu da.
bu ölüm bana çok dokundu.
irene joliot curie için ağladım bu akşam
ne tuhaf.
iren, deselerdi, iren,
öldüğün zaman,
deselerdi.
istanbullu bir kadın,
hem de hiç tanımadığın,
ağlayacak arkandan,
deselerdi,
şaşardı.
kocası geldi aklıma,
bir mektup yazsam,
başsağlığı dilesem
diye düşündüm.
adresini bilmiyorum ama.
paris frederic joliot curie,desem
gider miydi

bir de fransız yazarı öldü,
gazetede okudum.
adını bile duymamışsındır.
çok ihtiyardı zaten,
üstelik de egoist,
sinik,
cenabet herifin biri.
her şeyle alay etmiş ömrü boyunca,
hiçbir şeyi, hiç kimseyi sevmemiş,
bir köpeklerle kedileri,
ama yalnız kendininkileri.
mülakat vermiş ölmeden birkaç gün önce,
ölümü alaya alıyor aklınca,
ama belli dehşetli de korkuyor.
resmi de var,
büyük annemizi erkek yap
tepesine bir takke koy,
işte herif.
korkunç bir yalnızlık içinde
sıska bir ihtiyar.
ona da acıdım.
belki büyük annemize benzediğinden
belki de yalnızlığına acıdım
ama aynı acıma değil elbet,
acıyorsun iren curie'ye,
çocuklarını düşünüyorsun,kocasını
ama daha çok dünyaya acıyorsun
büyük bir insan öldü diye.

sana bir müjdem var:
okumayı öğreniyor tembel oğlun,
epeyi söktü kerata:
tut,koş,kitap,kalem çanta

mükemmel değil mi
her harfi bir şeye benzetiyor:
a bir evmiş,
b göbekli bir adam,
t bir keser.
ödüm kopuyor tembel olacak diye.
hep ona iş yaptırmak istiyorum.
kız olsaydı kolaydı.
kadınların her yaşta her iş gelir elinden.
ama beş yaşında bir oğlan
ne becerebilir
ah bir ısınsa havalar..
isınacak.
uzadıkça uzadı mektubum.
kendine iyi bak,
bana hemen cevap ver,
beni unutma.
bana hemen cevap ver.
akıllıdır münevver,
nasıl olsa,ne yapıp eder
falan filân diye kendini avutma.
sensiz perişanım.
beni unutma.
kendine iyi bak.
gözlerinden öperim canım.
güzel geceler.
kendine iyi bak.
bana hemen cevap ver,
dertlerimi aklında tutma,
unut,
beni unutma.

1956

nazım hikmet/münevver andaç

Mayıs 10, 2011

Eriklere dalan var.eriklere dalan var!onun adı abdurraahman

''mazlumun anlattığına yeterince kulak verip halini/derdini hakkıyla idrak edemeden zalimin yer yer pekala haklı da olabilecek mağduriyetine dikkat kesilmek teklikeli ve lüzumsuz incelik olabilir bazen...''

Yazarımız röportajının devamında 'pınar selek-sürüne sürüne erkek olmak'kitabını tavsiye ediyor..

Ben başlığın devamında M.F.Ö'den Milli Park adlı şarkıyı size hediye etmek isterim.
alakanın tadına varamadıysanız M.F.Ö'den hep böyle sev adlı şarkıyı da kendinize armağan edebilirsiniz.

hep güzel tadlar tadınız.!

Nisan 30, 2011

-garson bu ne biçim abdu(r)rahman!.

sanırım kim olduğumu merak edip duruyorsun, ama sürekli bir adı olmayanlardanım. adım sana bağlı. aklından ne geçerse bana öyle seslen. çok eskiden olmuş bir şey düşünüyorsan; diyelim biri sana bir soru sordu, sen de yanıtını bilmiyordun.
benim adım bu.

belki de bardaktan boşanır gibi yağmur yağıyor.
benim adım bu.

ya da biri senden bir şey yapmanı istedi. istediğini yaptın. gelgelelim yaptığının yanlış bir şey olduğunu söylediler-“bağışla bir yanlışlık oldu,”- ve başka bir şey yapmak zorunda kaldın.
benim adım bu.

belki de çocukken oynadığın bir oyun ya da yaşlanıp pencerenin yanındaki sandalyende otururken durup dururken anımsadığın bir şey.
benim adım bu.

ya da bir yerlere yürüdün her yan çiçek doluydu.
benim adım bu.

belki de bir ırmağa bakakaldın. yanında seni seven biri vardı. sana dokundu dokunacak. daha dokunmadan bunu duyumsadın, anladın dokunacağını. sonra dokunuverdi.
benim adım bu.

ya da çok uzaklardan birinin seslendiğini duydun. sesi neredeyse bir yankıydı.
benim adım bu.

belki de yatağa uzanmış, neredeyse uykuya dalmak üzereydin; bir şeye güldün kendinle ilgili. günü bitirmenin en iyi yolu.
benim adım bu.

ya da iyi bir şey yiyordun, bir an ne yediğini unuttun, yine de iyi bir şey olduğunun bilincinde yemeyi sürdürdün.
benim adım bu.

belki de gece yarısı olmak üzereyken sobanın içindeki ateş bir çan gibi çaldı.
benim adım bu.

ya da o kız sana gelip öyle dediğinde kendini iyi hissetmedin. bir başkasına da söyleyebilirdi: onun sorunlarını daha iyi bilen birine.
benim adım bu.

belki de alabalıklar gölcükte yüzüyordu ama ırmak yalnızca sekiz santim enindeydi
ve ay ben,ölüm üzerinde parlıyor, karpuz tarlaları ayışığında boyutları çarpılmış ışıldıyor, her yan karanlık ve sanki çevredeki tüm bitkilerden birden yükselmekte.
benim adım bu.

şu margaret keşke yakamı bıraksa

Richard Brautigan





'kimse kafasındaki hayallerle kimseyi bir yere götüremesede.altından bir yokluk bir hiçlik çık(ar)sa da (bazı gerçekler vardır)küçük sevinçler büyük atılışlara yardım eder.'
öyleyse biz neyi bekliyoruz;-''dur ey zaman,ne güzelsin!''



sen onun olmadın hiç Gretchen.sen hala sevgilim Margaretsin!



o.A

canım benim!

''

hareketleri o kadar ağır ki,insan sıcak bir yaz gününde güneşe bakarken duyduğu yorgunluğu yaşıyor onunla...

-tevfik fikret! kış şiirleri söyle, yüreğim kızdı.kafam kızdı.

*ben danimarka prensi hamlet siz kimsiniz.

-kazonava'nın bir resmi yok mu yanında?

*kelimeler kelimler kelimeler

-aferin oğlum hamlet sen bu yerden devam et.

''
canını üzme.



o.A

Ocak 16, 2011

.aslında kar gibi değildir

kış başlamayalı gece pencereyi açık unutur oldum
bu sabah kahveyi sesi titreyen radyonun yanına doğrulsun diye koydum

..ARKADAŞIM BADEM AĞACI

Sen ağaçların aptalı
Ben insanların
Seni kandırır havalar
Beni sevdalar
Bir ılıman hava esmeye görsün
Düşünmeden gelecek karakış
Acarsın çiçeklerini
Bense hayra yorarım gördüğüm düşü
Bir güler yüz bir tatlı söz
Açarım yüreğimi hemen
Yemişe durmadan çarpar seni karayel
Beni karasevda
Hem de bilerek kandırıldığımızı
Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza
Koş desinler bize şaşkın
Sonu gelmese de hiç bir aşkın
Açalım yine de çiçeklerimizi
Senden yanayım arkadaşım
Havanı bulunca aç çiçeklerini
Nasıl açıyorsam yüreğimi
Belki bu kez kış olmaz
Bakarsın sevdan düş olmaz
Nasıl vermişsem kendimi son sevdama
Vur kendini sen de bu güzel havaya

AZİZ NESİN